Beni Asla Bırakma – Never Let Me Go

 

Time dergisinin 1923-2005 tarihleri arasında ingilizce olarak yazılmış en etkileyici 100 romanından biri seçilen aynı isimli kitaptan uyarlama bir film Never Let Me Go. Japon asıllı İngiliz yazar Kazuo Ishiguro’nun kaleminden çıkan romanı sinemaya aktaran yönetmen ise Static ve One Hour Photo gibi filmlerin yönetmeni Mark Romanek.

 

Öncelikle belirtmek gerekir ki film süpriz bir sona dayanmıyor. Hatta öyle ki yönetmen, filmin sonunu hemen ilk sahnede gözümüzün önüne seriyor ve buna rağmen izleyenler inatla bir şeyler bekliyor filmden. Hailsham isimli bir çocuk yurdunda kalan küçük çocukların hikayesi bu. Ancak bu yurt öyle bir yurt ki ütopik bir dünya yaratıyor kendisine ve çocuklar bu ütopya ile sınırlandırılıyorlar. Öğretmenleri ve gözetmenleri çocukları doğru büyütmek için özenle davranıyor, çocuklar da hiçbir sorun çıkarmamak için birer robot gibi davranıyorlar. İnsanlara ait olan 2 duygu bu ütopyada yer bulamıyor kendisine. Bunlardan ilki merak duygusu. Bunu bariz bir şekilde ilk sahnelerde gözlemleyebiliyoruz. Top oynayan çocukların topu yurt sınırları dışına kaçınca kimse dışarı çıkıp o topu almak istemiyor. Yurdun dünyanın en güvenli yeri olduğu konusunda eğitilen öğrenciler, bunu bir kez bile sorgulamadan kabul ediyorlar. Bu bölüme kadar yurt içerisindeki yüzlerce çocuğu izlerken hikaye biraz daha özelleşmeye başlıyor ve baş kahramanlarımıza doğru geliyoruz. Kathy, Tommy ve Ruth. Filmin döneceği eksen bu yönde ilerlemeye başlıyor ve 2 duygunun yerinin olmadığı ütopyada arkadaşlıklar arasındaki çekişme, sevgi, nezaket ve aşk önümüze çıkıyor. Kathy’nin aşık olduğu Tommy’nin Ruth ile beraber olması, Kathy’nin bu duruma başkaldırmaması ve hiçbir şekilde isyan etmemesi izleyenleri biraz daha şaşırtıyor, ancak sonradan öğreniyoruz ki merak duygusunun yanında ütopyada kendine yer bulamayan diğer duygu da isyan. 18 yaşına gelince yurttan ayrılan yeni yetişkin bireyler İngiltere’nin farklı yerlerindeki kır evlerine dağılarak kaderlerini beklemeye koyuluyorlar. Ancak kader onlar için çoktan çizilmiş, onlar ise sadece birer piyon bu ütopyada.

 

Mark Romanek, 271 sayfalık kitabı çevirirken birçok kısmı atlamış. Ancak kitap uyarlamalarının hangisi tam olarak sinemaya yansıtılabilir ki? Ancak belirtmek gerekir ki film, sinematografik olarak müthiş bir seviyede. Aşırı durgun yapısı, hem sürekli beklenen aksiyon sahneleri sebebiyle hem de müthiş renkler ve çerçeveler nedeniyle hiçbir şekilde izleyiciyi uzaklaştırmıyor. Sarı ağırlıklı olan renk kullanımı ve soluk renklendirme sayesinde kahramanlarımızın iç dünyalarına çok daha rahat girebiliyoruz. Zaten filmin ve karakterlerin öyle dingin bir havası var ki, Never Let Me Go içerisinde bir ninni barındırsa izleyenler direkt uyuyacak gibi. Ancak ninni yerine Judy Bridgewater’ın müthiş sesiyle “Never Let Me Go” şarkısını izleyenlere veriyor film. Sahneye oldukça fazla yakışan Carey Mulligan da çoğu çerçevede yer alınca izleyenlerin yüzü huzur doluyor. Çok başarılı bir performans ortaya koyan genç aktrise yeni Örümcek Adam Andrew Garfield ve Keira Knightley de eşlik ediyor. Charlotte Rampling de kısa bir süre de olsa filmdeki yerini alıyor.

 

Film, daha önce de söylediğim gibi durgun bir yapıya sahip olsa da yapım sürecindeki özenli çalışma sebebiyle izlenmeyi hakediyor. Aksiyon filmlerini sevenler bu filmden uzak durmalı. Durgun ancak çarpıcı bir konu ve başarılı bir anlatım izlemek isteyenler ise bu filmi kesinlikle izlemeli. Never Let Me Go’yu izlenebilir kılan şeyler ise kısaca şöyle: Carey Mulligan, müthiş Never Let Me Go şarkısı, çarpıcı konusu ve yeşili-oksijeni bol manzaralar.

Join the ConversationLeave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Comment*

Name*

Website